ÖZEL HABER

Hz. İmam Hüseyin ve Şehadet

10 Ekim 680… Günlerden Cuma, ikindi vakti… Muharrem’in onuncu günü…

Abone Ol


İmam Hüseyin’in artık kaybedeceği kimsesi kalmamıştı. Bir yaşındaki Ali Asker’i, on sekiz yaşındaki delikanlısı Ali Ekber’in kanlar içindeki cesetlerini kucağına alıp “İnna lillahi inna ileyhi raciun” (Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz) diyerek Hakk yoluna yolcu ettiği çocukları da yoktu artık. Sadece kadınlar kalmıştı, kardeşi Abbas geldi aklına; çocukların su, su diye feryatlarına dayanamamış, atını Fırat’a sürmüş, su içmek istemiş, çocuklar aklına gelince vazgeçip önce tulumlarını doldurmuş ve atını sürmüştü ki yezit ’in askerlerine yakalandı. Bir kılıç darbesiyle önce bir kolunu, başka biri de diğer kolunu koparır, matarasını ağzına alır, ok atarlar onu da parçalarlar. Yere düşerken bağırır: “ya âhi! edrik ehâk” (Ey kardeşim! Kardeşini bul) İmam Hüseyin avazı duyunca: “elena inkeser zahri” (Şimdi belim kırıldı) İmam Hüseyin’in ahıyla Kerbela toprağı sarsıldı. Oğlu Ali Ekber gözlerinin önüne geldi! Onun güneş misali yüzü, dedesi Hz. Muhammed’e çok benziyordu. Onun şahadetini ve susuzluktan parçalanmış dudaklarını, atından kanlar içinde düşerken “edrikni yâ baba” (Yetiş ya baba) sesini ve feryadını duyunca onun imdadına yetişip “Ey gönlümü bağladığım oğul, senide mi kaybediyorum” diye feryat ettiğini hatırladı. Ali Ekber: ‘’Baba, üzülme! Susuzluğum gitti. Karşımda dedem Muhammed Mustafa, elinde iki bade, birini sana, birini de bana uzatıyor. Al baba al, al’’ dediğini anımsadı. İmam Hüseyin’in isyanı büyüktü. Acısı yüreğini parçalamaktaydı, dayanılmaz acılar ıstıraplar içindeydi. ‘’İç dedenin elindeki suyu oğul iç’’ artık dayanası kalmamıştı.

Kudret kandilinde kalem
Yazmış su deyu: su deyu
Şah Hüseyin Kerbela’da
Gezmiş su deyu, su deyu.

Çekip ordusun gelince
Şahım cemalin görünce
Hür şehit meydana önce
Girmiş su deyu, su deyu.

Şehit düşmüş Ali Ekber
Hüsnü cemali peygamber
Al yanakta gonca güller
Solmuş su deyu, su deyu.

    İmam Hüseyin, Zülcenah isimli atına bindi, yıldırım gibi ölüm meydanına sürdü ve Yezit ordusunun önünde durdu: ‘’Geldim işte… Bir ben kaldım, ben ve sizler. Cesareti olan varsa yer değiştirelim. Gelsin buraya ve benim bulunduğum yerden, tek başına sizlere baksın. Korkudan durabilirse atın üzerinde, kendi başımı kendim keserim. Ama bende korkunun zerresi yok. ‘’
Çünkü bilirim ki; zalimin zulmünü, inanmışlığın direnci er ya da geç yener. Bugün yenmezse yarın yener. Çünkü; ’Yaşamak, inanmak ve uğrunda mücadele etmektir.’ Bu dünya ne yezitler ne zalimler görmüştür. Ama sonu hüsran olmuştur. İnsana zulmedenin, insanları ayıranın; hakkı, hukuku gözetmeyenlerin sonu olmamıştır. Pınarlar kurur ama dağın suyu bitmez. İşte bunu anlamadınız. Sizler sanıyorsunuz ki bir başım kesilince her şey unutulacak, her şey bitecek, hayır bitmeyecek. Şu kumlar üzerine akan kanlar, esen çöl fırtınalarıyla savrulacaktır dünyanın dört bir yanına. Savruldukça da Ehlibeyt yeniden doğacak. Bizler yeniden doğacağız. Ama sizler: Ölen sizler olacaksınız. Akıtılan bu kanlarda sizin sonunuz olacak. Haydi, bakalım işte önünüzdeyim öldürün beni…’’
  
    Günlerdir çöldeki susuzluk ve acılar sarmıştı şehitler şahını. O bin kez, milyon kez yakınlarının şahadetinde, evlatlarının şahadetinde ölüm şahadetini tatmıştı. Yarabbi! Kendine sözde Müslüman’ım diyenlerin, kâinatın efendisi ve alemlere rahmet olan Muhammed Mustafa’nın öz torunlarının çektiklerine, yaşadıklarına bir bakın hele. Güneş bile isyan etmişti bu zulme, bu haksızlığa! İmam Hüseyin’in elinde dedesinin kılıcı, başında babasının sarığı, altındaki atı dedesinin hediye ettiği Zülcenah adlı soylu bir at vardı. İmam Hüseyin’in karşısına kimse çıkmıyordu. Maneviyatları sarsılmıştı melunların. Çadırlara saldırmışlardı. ‘’Medet ya Hüseyin…’’ feryatlarına geri döndü. Kadınların feryadıydı. Çadırlara saldıranları püskürttü. Bacısı Zeynep aslan kesilmişti. Hasta Zeynel Abidin’e ve diğer kadınlara kalkan oluyordu. Çünkü eli silah tutanların hepsinin kanlı cesetler, meydanlardaydı. Zeynep İmam Hüseyin’i yanında görünce sarıldı kardeşine. Kardeşi yara almıştı ve yaralar4dan kanlar akıyordu. O yürekli asil Zeynep ana haykırarak ağlıyordu…

Gitme kardeş gitme bizi koyupta
Bende seninle geleyim kardeş
Bir değil, bin değil yaram sarılmaz
Dertlerine derman olayım kardeş.

Öyle mahcup durup yüzüme bakma
Yaralı yüreğim birde sen yakma
Zeynel Abidin’i yetim bırakma
Ben senin yerine öleyim kardeş.

Kanlı Kerbela’nın ıssız çölünden
Kan deryası oldu gözüm selinden
Alırlarsa eğer seni elimden
Ben seni nerede bulayım kardeş.

İmam Hüseyin, Zülcenah’ı sürer yezit ordusunun üstüne, artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Bir ok atarlar, dedesinin öpüp kokladığı ağzına gelir. Bir kılıç sallarlar sol eline, diğerleri sağ omzuna, bir diğeri melun arkadan oku sokar, önden çıkarır. Kanlar fışkırmaktadır her yanından, atın üzerinde tutunamamaktadır. Düşer attan Kerbü belanın alev alev yanan kanlı çölüne.

Düştü Hüseyin atından sahrayı Kerbela ’ya,
Cibril git haber ver sultanı enbiyaya.

Çadırlara bakmak istiyordu. Gücü kalmamıştı. Başını kaldıramadı, o boyun eğmeyen mübarek baş düşmüştü toprağa. Toprakta isyan etmişti. Çölde isyan etmişti bu zulme. Kerbela’da kan vardı, zulüm vardı, ağıt vardı. Bu soylu insanların şehadeti vardı. Bir de güneşin isyanı vardı. Çünkü güneş batmıştı o gün Kerbela’da.

ALİ RIZA UĞURLU DEDE