Erzincan'da görev yapan öğretmenler değerli halk ozanlarımızdan Davut Sulari'nin türkülerini yeni kuşaklara aktarmak için bir projede bir araya gelerek Davut Sulari türkülerinin Erzincan'ın görülmesi gereken doğal güzelliklerinide tanıtan bir klip çalışması yaptılar. 

Bu kadim toprakların gür sesi, eserleri yıllardır dillerden düşmeyen halk ozanımız Davut Sulari’nin türküsü eşliğinde ilimizin tarihî ve doğal güzelliklerinden görünümler paylaşarak hem değerli halk ozanımızın türkülerini genç nesillere aktarrıken hemde Erzincan'ın tanıtımına katkı sundular.

DAVUT SULARİ KİMDİR?

Asıl adı Davut Ağbaba olan âşık, Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Çayırlı bucağında, 1925 yılında dünyaya gelir. Ağbaba; Baba Veli ile Cezayir Ana çiftinin beş çocuğundan biri olup, 20. yüzyılın önemli âşıklarındandır. Davut Ağbaba’nın dedesi Pir Kaltık, tüm aşiretiyle birlikte Tunceli’ye bağlı Nazimiye ilçesinin Kureyşanlılar köyünden, Erzincan’ın Tercan ilçesine gelerek buranın Çayırlı bucağına yerleşir. İlkokulu üçüncü sınıfa kadar okuyan Ağbaba, asıl eğitimini “dedeler” ve “pirler” dergâhında alır. İlk eğitimine dedesi Mehmet Kaltık Ağa’nın yanında başladığı gibi saz çalmayı da onun teşvikiyle öğrenir (Arvas 2015: 201).

Çığlık Medya Paylaşımı Sonrası Emniyet'ten Açıklama Çığlık Medya Paylaşımı Sonrası Emniyet'ten Açıklama

Davut Ağbaba, ilk eşi Gülşah Hanım’la 1938 yılında evlenir. Daha sonra Zafer Hanım’la ikinci evliliğini yapar ve bu iki eşinden 5 çocuk sahibi olur. Ağbaba, 17 yaşında pir elinden dolu içerek “badeli âşıklar” kervanına katılır. 22 yaşına geldiğinde babası Veli, dört oğlunu toplar ve soydan gelen “dedelik” görevini Davut Ağbaba'ya verir (Arvas 2015: 201). Ancak bu “dedelik” vazifesini elde etmesi sanıldığı gibi kolay olmaz. Bu görev, tecrübeli pirlerin sorularını cevaplama neticesinde gerçekleşir (Arvas 2015: 206). Bu olay şöyle vuku bulur: “22 yaşına geldiğinde babası Veli, dört oğlunu toplar ve soydan gelen dedelik görevinin hangi oğlu tarafından sürdürüleceğinin kararını vermek ister. Davut Sularî’ye hitaben ‘Mademki sen bu kadar çok gezmeyi seviyorsun hiç değilse taliplerin içerisine çık. Ama önce on iki evden on iki post sahibi getireceğim, dördünüzü de sorgu suale çektireceğim. Kim pirlerin, mürşitlerin sorduğu soruların cevabını verirse talip içine o çıkacak’ der. Davut Sularî erlerin sorduğu her soruya ayrıntılı cevap verir. Pirler bile bu duruma hayret eder. Baba Veli, oğlu Davut’un bu başarısı karşısında ‘Yol senindir; talipler içine sen çıkacaksın’ der ve ‘dedelik’ hizmeti böylelikle başlamış olur” (Sulari 1993b: 20; Duygulu 2000: 2). Bu olayın ardından Davut Sularî, artık atına biner ve ölünceye kadar pek çok köy, şehir ve ülkeyi dolaşır.

Davut Sularî, yaşamı boyunca ekmek parası için farklı hiçbir meslek ile uğraşmaz. Tek mesleği âşıklık olan Sularî, geçimini konserlerden, plaklardan ve özel gecelerden kazandığı paralarla temin eder. En büyük amacı âşıklık geleneğini layıkıyla temsil etmek ve bu geleneği devam ettirmek olan âşık, bunun için ülkenin pek çok yöresini dolaşır. Nitekim yıllarca eğitim camiasında bulunan ve aynı zamanda gazetecilikle uğraşan Vanlı güngörmüşlerden Ali Laleci ile 22 Nisan 2004 tarihinde yapılan bir söyleşide âşık hakkında şu bilgiler elde edilir: “Davut Sularî, 1970’lerde Van’a gelerek usta-çırak ilişkisine dayalı âşık yetiştirme çabalarında bulundu fakat istediğini elde edemedi” (Arvas 2004). Laleci, bu bilgilerin yanı sıra âşığın okullarda konserler verdiğini, Van’da 1970’li yıllarda faaliyet gösteren “Muhabbet Çay Evi” adlı âşıklar kahvehanesinde programlar yaptığını da sözlerine ekler. Bunu Vanlı âşıklardan Celalî de şöyle teyit eder: “Ağabeyimin çalıştırmış olduğu eski ismiyle Muhabbet Çay Evi kıraathanesi vardı. O kahvede hemen hemen haftanın 3 günü, 4 günü akşamları 3-4 saatlik bir programı biletli yapardık. Programları ben ve Davut Sularî atışma, taşlama, hicivli, solo olarak yapardık. Erzurum’dan gelen âşıklarla programlar yapardık. Bazen öykülü türküleri Davut ve ben anlatırdık” (Arvas 2012: 100). Celâlî, ayrıca bu kahvede âşık fasıllarının düzenlendiğine dair bilgi vererek, icra edilen programı izlemek için kahveye girişin belli bir ücrete tabi olduğunu ve elde edilen gelirin ise Davut Sularî’ye verildiğini belirtir (Arvas 2012: 100).

Davut Sularî, 1948 yılında Ankara Radyosuna mahalli sanatçı olarak girer, 1949’da ise İstanbul Radyosunda Yurttan Sesler Korosu'nun konuk mahalli sanatçıları arasında yer alır. Muzaffer Sarısözen, Halil Bedi Yönetken, Adnan Saygun ve Nida Tüfekçi gibi müzisyenlerle tanışması onun meslek yaşamında etkili olur. 1955 yılından itibaren Konya’ya gelen Davut Sularî, burada özel programlar yapar. 1950’li yıllardan itibaren Feyzi Halıcı’nın düzenlediği Konya Âşıklar Bayramı”na katılır ve burada pek çok âşıkla atışma, lebdeğmez ve taşlama gibi türlerde karşılaşmalar gerçekleştirir. Bu organizasyonun yapılmasında emekleri olan usta âşık; türkü, atışma, güzelleme vb. gibi dallarda büyük yeteneğe sahiptir. O, Doğu Anadolu’da asırlarca dilden dile anlatılan efsaneleri, menkıbeleri şiirleştirerek sazı eşliğinde sohbet meclislerinde icra eder. Ayrıca âşıklık mesleğinin bütün özelliklerine sahip olan Davut Sularî, hem kendine ait deyişleri özgün ezgilerle dile getirebilen bir âşık hem eski ozanların ve ustaların deyişlerini çalıp söyleyebilen bir mahalli sanatçı hem de kendi yöresine ait türküleri aktarabilen önemli bir kaynak kişidir (Gökalp 1953; Yardımcı 1986; Sularî, 1993a, Sularî 1993b; Duygulu 2000; Yılmaz 2006: 34).

Türk âşıklık geleneğinin 20. yüzyıldaki en meşhur âşıklarından biri olan Sularî hakkında bilgi veren yahut doğrudan onu konu edinen araştırmalar da vardır. Davut Sularî ile ilgili bilgi veren başlıca çalışmalar arasında Gökalp (1953: 713-714), İvgin (1985: 184-187), Yardımcı (1986: 29-33), Tekin (2011: 141-162), Arvas (2015: 199-209) ve Süme (2016: 97-109)'nin birer makalesi, Nasrattınoğlu (1987: 207-223)'nun bir bildirisi ve bunlardan başka bir yüksek lisans tezi (Yılmaz 2006) ile bir bitirme tezi (Aktaş 2003) bulunur. Ayrıca Feyzi Halıcı (1992: 392) ve Ahmet Özdemir (2006: 457) yayımladıkları eserde bu ozana yer verir, Melih Duygulu (2000) ise hayatı ve bazı şiirlerini kapsayan bir kitapçık hazırlar. Mehmet Gökalp, Yusufelili Âşık Pervani adlı kitaba yazdığı ön sözde Davut Sularî’den bahseder. Bu kitapta ayrıca onun Pervanî ile bir atışmasına yer verilir (Artvinli 2001: 189-192). Kervan dergisinde ise Davut Sularî hakkında kızı Edibe Sularî ile yapılan iki röportaj yayımlanır (Sulari 1993a: 21; 1993b: 20-21).

Pek çok memleket ve ülke gezen Davut Ağbaba, çok sayıda âşık ve sanatçıyı da etkiler. Bu bağlamda Mahzunî Şerif, Muhlis Akarsu, Daimî, Beyhanî, Serdarî, Celalî gibi isimler Sularî’den etkilenen âşıklardır. Ali Ekber Çiçek, Arif Sağ, Sabahat Akkiraz, Belkıs Akkale gibi ses sanatçıları ise onun eserlerini okuyan isimlerden bazılarıdır. 18 Ocak 1985’te Erzurum âşıklar kahvesinde düzenlenen fasılda rahatsızlanarak vefat eden Davut Sularî, Çayırlı’daki aile mezarlığına defnedilir (Gökalp 1953: 714; Yardımcı 1986: 33; Sularî 1993a: 21; Duygulu 2000: 8; Yılmaz 2006: 34).

Davut Ağbaba, sanat yaşamı boyunca Sularî, Kemalî, Serhat Âşık vb. gibi çok sayıda mahlas kullanır fakat daha ziyade Davut Sularî mahlası ile meşhur olur. Zaten Sularî mahlasını soyadı olarak kullanışı da ilk gençlik yıllarına rastlar. Soyadı Kanunu çıkınca önce “Sümmanî”, sonra “Selamî” ve en son “Sularî” soyadlarını alır. Âşığın kullandığı Kemalî ile Sümmanî mahlasları bazı kaynaklarda Kelamî (Artvinli, 2001: 189) ve Summarî (Sulari, 1993b: 20) olarak da geçer.

Davut Sularî, âşık tarzı şiirde güzelleme, ağıt, taşlama gibi türlerin yanı sıra koşma ve mani biçimlerini de etkili bir biçimde ortaya koyan, halk hikâyesi geleneğini iyi bilen ve onu icra eden, atışmalara rahatlıkla giren bir âşıktır. Şiirleri şekil açısından incelendiğinde onun redifleri, kafiyeleri çok etkili kullandığı ve âşık şiirinin oluşumunda çok önemli olan ayakları gayet düzgün seçtiği ve yeni ayaklar ortaya koyduğu görülür. Şiirlerinde hecenin onbirli ve sekizli ölçüsünü çeşitli duraklar (6+5, 4+4+3, 5+3, 4+4 vb. gibi) kullanmak suretiyle oluşturur. Bu duraklar deyişlerinde farklı bir ahenk sağladığı gibi yeni ezgilerin de ortaya çıkmasını sağlar.

Hem Alevî dedesi hem de güçlü bir âşık olan Davut Sularî, eserlerinde sıklıkla ehlibeytten bahseder. Nitekim onun hakkında verilen bilgiler arasında Kureyşanlı olduğu ve şeceresinin Seyit Mahmut Hayranî’den İmam Musa Kazım kanalıyla Hz. Ali’ye yani Haşimî kabilesine dayandığı (Sularî 1993a: 21) belirtilir. Mesela o, bir nefesinde “Davut Sular canlar canı/ Mevlana Mahmut Hayranı” (Kılıçkıran ve Şeylan yty: 22) diyerek Mahmut Hayranî soyundan geldiğini ve dolayısıyla ehlibeytten olduğunu ifade eder. Onun için Davut Sularî’nin ehlibeyte karşı aşırı muhabbet beslediği dile getirilir (Sularî 1993b: 21; Duygulu 2000: 4).

Ehlibeytin en önemli şahsiyeti ise Hz. Ali’dir. Sularî, “Çek katarı ben gelirem” (Kılıçkıran-Şeylan yty: 50) adlı koşmasında ona karşı beslediği sevgiyi dile getirir. Bunun dışında Hz. Ali’nin doğrudan yer aldığı şiirlerden bazıları şunlardır: “Baktım şu cihanın tamaşasına” (Kılıçkıran-Şeylan yty: 16), “Kıblem Muhammed’dir” (Kılıçkıran ve Şeylan yty: 30), “Vardım kırklar kapısına” (Kılıçkıran ve Şeylan yty: 22). Davut Sularî, Hz. Ali’ye duyduğu sevginin dışında şiirlerinde gerek “amentü” ve gerekse “Alevî-Bektaşî” kaidelerinden de sıklıkla bahseder. “Alevî-Bektaşîlik”te, bu kaideleri ise ancak “dedelik” makamındaki kişiler ifade edebilir (Arvas 2015: 205).

Davut Sularî’nin eserlerine yansıyan bir başka tema ise hem manen hem de madden gerçekleştirdiği seyahatlerdir. “Senin derdin ile” (Kılıçkıran ve Şeylan yty: 31) adlı deyişi bu duruma güzel bir örnektir. Âşık, ilk dörtlükte Hz. Ali’nin irşat etme vasfını öne çıkarır ve kendisinin de bu yüzden “cümle cihanı” gezdiğini belirtir. Âşığın, şiirde bütün cihanı adım adım gezdiğini söylemesi boşuna değildir. Bu durum, aslında âşığın hem manevi anlamda seyr u sülukunu hem de maddi âlemdeki yani değişik illeri ve ülkeleri dolaşmasını ifade eder. Farklı memleketleri gezip görmek, başka tarikatların da temel ilkelerinden olduğu için manevi olgunlaşmanın önemli bir basamağını teşkil eder. Nitekim âşıkların rüyalarında gördükleri maşukaların peşinden gitmeleri de bir nevi maddi manevi olgunlaşmanın sembolüdür (Arvas 2015: 206).

Deyişlerinde mistik öğelerle beslenmiş tasavvufî konuları (Duygulu 2000: 4) işleyen Sularî’nin eserleri arasında devriye örnekleri de var. Örneğin “Efendiler bağı” (Kılıçkıran ve Şeylan yty: 17) adlı nefesin ilk dörtlüğünde geçen “erenler”, “cemal”, “hacı”, “hal bilmez” terimleri tasavvufî terimlerdir. İkinci dörtlükteki dizeler ise tamamen “devriye” örneğini hissettirir. Devriyelerde insanın yukarıdan aşağı (kavs-ı nüzul/mebde) ve aşağıdan yukarıya (kavs-ı urûc/meâd) doğru varoluş seyri konu edinilir. Bu dörtlüğün son dizesindeki “kubbe-i rahman” ifadesiyle ilk varlık olan Hz. Muhammed’in nuru kastedilir ve ondan önceki dizede ise O’nun Hz. Âdem’den önce yaratıldığı ifade edilir. Âşık, şiirin ilk dizelerinde zahir ilimleri okumadan bilgi sahibi olduğunu belirtirken son dörtlükte bir “er/eren”e tabi olduğunu, “elest bezmi”nde “aşk şarabı” içtiğini, “hikmet çeşmesi”nden kabını doldurduğunu ve kaynaya kaynaya aktığını söyler. Bu ifadeler onun, bir mürşide bağlılığını, daha ruhların yaratıldığı dönemde ilim sahibi olduğunu ve insanları bu yüzden dine davet ettiğini anlatır (Arvas 2015: 206). Elbette ehlibeyt ve dinî eserlerin haricinde âşığın, bulunduğu farklı yöreleri fiziksel olarak anlattığı şiirleri de var. Bu bağlamda akla gelen ilk eseri “Van güzellemesi”dir (Kılıçkıran ve Şeylan yty: 44). Bütün bu özelliklerinden ötürü Davut Sularî'den etkilenen ve onun tarzını devam ettiren çok sayıda âşık ve sanatçı bulunur. Kısaca o, 20. yüzyıl Anadolu âşık edebiyatında gerek dedelik gerekse âşıklık kimliğiyle öne çıkan önemli isimlerden biridir.

Kaynak : teis yesevi edu tr/