Kemal Yanar yazdı. Bir Munzur Anısı. Kaldı 6 Canım.

KALDI ALTI CANIM
Deyim vardır 
Hani yedi canlı derler ya…
İnsanın ömrü boyunca karşılaşabileceği, ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgi ile başbaşa kaldığı o an; 
ölümün kıyısından son anda döndüğü, ölümün nefesini ensesinde hissettiği, aklından saniyeler içerisinde milyonlarca düşüncenin bir film şeridi gibi akıp geçtiği, gidiyorum artık dediği o an…
hepsi bu kadarmış demek! 
dediği o an…
O bıçak sırtındaki kısa zaman diliminde bütün yaşamın her saniyesinin yeniden canlandığı o an varya işte o an;
Ben; o an ile ilk karşılaştığımda henüz altı yaşımda idim, yani yedi hakkımdan birini henüz altısında kullanmış oldum.
Daha altı yaşında kullanabileceğim ‘can’ hakkım altıya düştü, dün gibi hatırlıyorum…
       Bahar gelmiş Munzur  Dağlarının zirvesindeki metrelerce kar yığınları erimeye başlamış, kar suları dereleri taşırmış yamaçladan akan sular sürüklenen toprak kütleleri ile boz- bulanık akan sellere dönüşmüş, 
 büyük bir gürültü ile  ‘Agoz’ deresini taşırmaya başlamıştı…
Evlerimizin hemen yakınından akan dere yatağını seyretmeye kuzenim Hasan ile gitmiştik.
Dere yatağı boyunca aşağı yukarı yürüyor, karşıya atlayabileceğimiz uygun bir yer arıyoruz.
Dere taşmış, dere yatağı genişlemiş, neden karşıya geçmek istiyoruz onu da bilmiyorum ama geçeceğiz işte!
Biraz arandıktan sonra derenin ortasında bir ’ada’ gibi kalan sıçrayan suların ıslattığı birbirine dayalı iki taştan oluşan adacık.
o Kayanın üzerine atlayıp karşıya sıçrayacağız.
Karşı yakada yine bir Kaya var ama yüksek değil iki sıçrama ile Karşıyakaya geçeceğiz.
Uygulamaya Kuzenim Hasan başladı kendisi benden dört- beş yaş büyük olduğundan denemeyi ilk o yapacak tabii.
Hasan atladı ada kayaya bastı, bir ikinci sıçrama ile karşıya geçti beni bekliyor.
Suyun kenarına iyice yaklaştığımda sel bana daha bir hızlı akıyor gibi geldi, korkunç bir uğultu ile akıyor, karşı taraftan Kuzenimin söylediklerini duyamıyorum, öyle bir gürültü var yani...
Cesaretim kırıldı atlamak istemiyorum kuzenim ha bire el işaretleri ile atlamamı istiyor,
Korkma diye bana cesaret vermeye çalışıyor.
Bir adım daha yaklaşıyorum, sanki akan suya kapılmış gidiyorum gibi başım dönüyor, gözlerim kararıyor…
Hasan’a bakıyorum, gel gidelim orada ne işimiz var diyorum, Hasan gülüyor korkma atla dediğini anlıyorum.
Epey bir kendimle mücadeleden sonra cesaretimi topluyor ve Ada’ya atlıyorum, şimdi karşı taraftaki kayanın üzerine atlayacağım, Hasan elini uzatmış bekliyor…
İki dere bir arada kalmışım, karşı taraf uzak atlayacağım mesafe bana çok uzun geliyor, atlayamam  gibi geliyor bana...
dönüp geri bakıyorum atladığım yer yüksekte kalmış geri dönmem hiç mümkün değil.
Ağlayacağım, bağıracağım ama utanıyorum…
Ne kadar kaldım bilmiyorum Hasan bir dal almış geldi, dalı bana doğru uzattı dalın ucundan yakaladım artık kendimi biraz daha güvende hissediyorum…
Elimde Hasan’ın uzattığı söğüt dalı karşıya atlayacağım…
Fazla bir yerim yok, biraz geri yaylanıp tüm gücümle atladım, tam karşı kayanın üzerindeyim başardım diye sevinecekken bastığım Kaya yerinden oynuyor suya doğru kaymaya başlıyor. 
Kaya ile birlikte kendimi boz-bulanık akan buz gibi suların içerisinde buluyorum.
Hasan’ın uzattığı söğüt dalı elimde yok artık!
Kafam bir dalıyor çamur kokulu sulara, nefesim kesiliyor, sonra bir çabalıyorum bir nefes alabilmek için ağzımı açıyorum sular doluyor içime…
Hasan’ın telaşla bağırdığını ne yapacağını şaşırmış halde bana “tut, tut” diye yeniden ağaç dalı uzattığını görüyorum, dalı bir kaç denemeden sonra yakalıyorum ama dizimden aşağısı kayan kayanın altında kalmış çıkaramıyorum.
Sular alçalıyor yükseliyor…
Kulaklarımda gürleyen bulut sesleri gibi uğultular.
Uğultu kesiliyor, yine geliyor.
Hasan beni bırakıp gitse yardım gelinceye kadar zaten boğulacağım hayatım onun bana uzattığı söğüt dalına bağlı…
Çaresizlik o kadar büyük ki anlatılmaz…
Yardım çağıramazsın!
Sesin duyulmaz!
Sular kesilmez!
Üzerimdeki Kaya kalkmaz!
Geriye kalıyor tek şey bir mucize.
Dere yatağında buz gibi sular içerisinde, üzerimde belki ton ağırlığında Kaya parçası. 
Ne kadar geçti, ölümle yaşam çizgisinde ne kadar süre gidip geldim bilmiyorum. etrafımdan sağımdan solumdan yeni Kaya kütleleri suyun içerisine yıkılıyor.
Tek çabam kafamı suyun üzerinde tutabilmek.
Bütün gücümün tükendiğini hissediyorum, elimdeki dalı bırakmak üzereyim annem- babam kardeşlerim,
 ya dedem ne yaparlardı?
Babam Almanya’da ona duyurmazlardı.
Hasan’ı duymuyorum artık her nefeste yeniden sular doluyor içime…
Ağaç dalı elimi çok acıtıyor ve bırakıyorum…
Tam o esnada;
Hemen yakınımda altı akan sular nedeni ile iyice boşalmış olacak ki büyük bir Kayanın suya devrildiğini gördüm korku dolu gözlerle baktığımda o kayanın üzerime geleceğini sandım bir anda tamamen sular altında kaldım, sonra Yeni devrilen Kaya suyun geliş yönünü kapatmış olacakki üzerimdeki su seviyesini düşürmüş bana baraj kurmuştu adeta.
rahat nefes alabiliyorum.
Ayrıca o son Kaya; sanırım üzerimdeki Kaya kütlesini de hareket ettirmiş olacak ki birden ayağımın kurtulduğunu hissettim. 
Beklenen mucize gerçekleşmişti…
Hasan yeniden bir dal uzatıyor ve beni çekip çakarıyor…
İlk baktığım yer ayağım oldu, vücudumdan akan sularla beraber ince ince bir kan sızıntısı vardı. Yere basamıyordum Hasan kuzenim beni şartında taşıyarak eve götürdü.
Annemin feryatları kulağımda…
Dedem Ceviz ağacından sıyırdığı kabukların arasına tuz bastığı keçi kıllarını ayağıma sararak bir yerde alçıya almış oldu.
Evet ölümle yaşam arasındaki savaştan bir hakkımdan feragat ederek kurtulmuştum. 
Üç ay sonra yürümeye, koşmaya başladım.
Kaldığım evin arka duvarı gece yarısı yıkılmış uyandığımda, yıldızları görüyordum kaldı beş!
Traktör üzerimden takla atarak kanala uçtu ben hala yaşıyordum ama kaldı dört devam…….

YANAR Kemal